Yaşadıkları ülkenin kayalık yapısı ve sert iklim
koşullarına ayak uydurmayı başaran Urartuların en büyük ve özgün çalışmaları,
mimari alanda olmuştur. Zira, büyük kaleler, kentler ile birlikte bu
topraklarda yaşayacak tarıma dayalı bir toplum yapısı olmaksızın bölgede
egemenlik kurmak, neredeyse imkansızdı. Urartulardan günümüze kalmış çok sayıda
kale, kent, baraj, su bendi ve kanalı, karayolu ve kaya anıtları bu bayındırlık
çalışmalarının en önemli tanıklarıdır. Ayrıca, ele geçirdikleri ülkelerde de
savunma ve ekonomik amaçlı pek çok şehir kurmuşlardır. Urartularda mimarinin bu
denli ileri gitmesinin en önemli nedeni, madencilik alanında ulaştıkları üst
seviyedir. Zira bölgede bulunan gümüş, kurşun, bakır ve demir madenleri,
VIII.-VI. yüzyıllar arasında yoğun bir biçimde işletilmiş ve demirden yapılan
kazma, kürek, balyoz, kaldıraç ve murç gibi aletlerin yardımıyla pek çok mimari
eser meydana getirilebilmiştir. Urartu mimarisi Asur mimarisinden farklı bir
gelişme göstermiştir. Urartular genel olarak taş kaidelere basan ince, uzun
ağaç direklerin hakim olduğu bir yapı tarzı kullanmıştır. Bu mimari tarzı,
teknik yönden olduğu kadar, sanat açısından da yetkin örnekler vermiştir.
Arkeolojik araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılan şehirlerde çok fazla mimari
kalıntı yoktur. Taş temel üzerine kerpiçten yapılan evler, dikdörtgen planlı
bir odayla, ona bağlı at nalı biçimli bölümden oluşurdu. Yine dikdörtgen planlı
çok katlı saraylar ise ortadaki büyük salona açılan değişik işlevli mekanlardan
meydana gelmekteydi. Tapınaklar ise, kutsal oda, avlu ve yan odalardan
ibaretti. Avlu dinî törenlerin yapıldığı, kurbanların kesildiği bir alandı.
Burada sunakla birlikte üzerinde
kurbanın kanının akıtıldığı, ortası delik sunak taşı yeralmaktaydı. Büyük bir
salonun çevresindeki odalardan meydana gelen mezarlar, kayalara oyulmuştu.
Odaların duvarlarında değerli eşyaların konulduğu nişler yer almaktaydı.
Kaleler ise çeşitli amaçlara yönelik olarak
yapılmışlardı. Bunlardan en önemlileri, idari merkez konumunda olanlardı. Bu
türe giren kalelerde daima bir yönetici sarayı ile bir ya da birkaç tapınak
bulunurdu. Tapınak, saray, yönetim binaları ve çeşitli işlikleri içeren bu
Urartu kaleleri sık kuleli surlarla çevriliydi. Kimi kaleler ise yalnızca
askeri amaçla inşa edilmekteydi. Nispeten küçük boyutlu olan bu türdeki
tesisler, bir surla çevrili olmakla birlikte içinde önemli bir yapılaşmaya
gidilmezdi. Bunlar büyük bir olasılıkla zor durumlarda, halkın ve askerlerin
sığınması amacıyla kurulmuşlardı. Ayrıca daha çok tarımla uğraşan köylülerin
oturduğu, tarım arazisi yüzeyinden hafifçe yüksekte sudan yoksun yerleşim
yerlerine de rastlanmıştır.
Urartular kuzeyden İskit-Kimmer akınlarına, güneyden
Asur-Med tehditine karşı kale ve şehirlerini savunma kolaylığı nedeniyle
yüksek tepelerde kurmuşlardır. Surları, tapınakları, su sistemleri, saray ve
yönetim yapılarıyla anıtsal bir görüntü çizen şehirler, üstün bir inşaat ve
mimarlık bilgisinin ürünleriydi. Buna en çarpıcı örnek, oldukça özenli işlenmiş
20-25 ton ağırlığındaki taşların sarp tepelere taşınarak bu binaların yapımında
kulla-nılmasıdır. İç kale genellikle çok sarp ve yüksek bir tepeye kurulur,
tepenin eteklerinde ise, asıl yerleşim alanı yeralırdı. Bir tehdit ya da
saldırı anında şehirde ve çevresinde yaşayan ahali, kıymetli malları ve
hayvanlarıyla birlikte şehre sığınırlardı. Rus arkeologlar tarafından Erivan
yakınlarındaki Karmir Blur(=Kızıltepe)’da
ortaya çıkarılan eyalet başkenti Teişabaini, Urartu şehir anlayışının
tipik bir örneğidir. Büyük bir kesimi M.Ö. VIII. yüzyıla tarihlenen yerleşimin
iç kalesi, 1600 metrekarelik bir alanı kaplamaktadır. Kral sarayının da
bulunduğu iç kalenin eteklerinde, birbirine paralel sokaklarla bölünmüş asıl
yerleşme yeralmaktadır.
Bir başka eyalet merkezi de Erzincan yakınlarındaki Altıntepe’de ortaya çıkarılmıştır. M.Ö. VIII. ve VII. yüzyıllar arasına tarihlenen Altıntepe,
küçük bir yükseltinin üzerindeki yönetim merkezinden ibarettir.
Van’ın 2 kilometre kuzeydoğusunda yeralan Toprakkale, I Rusa’nın Rusahinili adıyla
kurduğu bir başka Urartu başkentidir. M.Ö. 585 yılından sonra terkedilen
yerleşme, Med istilası sırasında yakılıp yıkılmıştır.
BAŞKENT VAN, KALESİ ve MİMARİSİ:
Van ilimizin 5 kilometre batısında Van Gölü kıyısında
yeralan, Asurluların Turuşpa dedikleri
başkent Tuşpa (Van), Urartu Krallığı’nın en uzak sınır noktalarına kadar
dağılmış kalelerinden kuşkusuz en görkemlisidir. I. Sarduri’nin kurduğu bu
şehir, 1918 yılına kadar yerleşim merkezi olarak da önemini korumuştur.
Havzanın en büyük ve bereketli düzlüğü olan Van Ovası’ndaki Tuşpa kenti,
doğu-batı doğrultusunda 1200 metre uzunluğunda, yaklaşık 100 metre genişliğinde
ve ortalama 80 metre yüksekliğinde kireçtaşından bir kayalık ve çevresinde
kurulmuştu. Böylesine sarp bir kayalığın üzerinde kurulmuş olmasına karşın,
yine de iri taş bloklardan yapılmış sağlam surlarla çevrilmişti.
I. Sarduri, Menua ve I. Argişti’nin kendi dönemlerini ve
yaptıkları işleri anlatan yazıtları kayalara ve surların üzerine kazılıdır.
Halen kazıların sürdürüldüğü şehrin akropolünde, kutsal alanlar, yönetim
yapıları, kaya mezarları ve yazıtlar ortaya çıkarılmıştır. Erken saraylar ve
tapınaklar akropolün en yüksek noktasındaki iç kalede kuruluydu. Bu bölüm hala
ayakta duran ayrı bir savunma sistemiyle korunmaya alınmıştı. İç kaleden
günümüze ulaşan Urartu dönemi kalıntısı ise oldukça azdır. Urartu Krallığı’ nın
çeşitli dönemlerinde başa geçen kralların Tuşpa Kalesi’nde inşa ettirdiği
farklı nitelikteki yapılardan ancak küçük bir kısmı günümüze kadar
ulaşabilmiştir. Bu yapılardan en önemlileri, kalenin kuzeybatısındaki I.
Sarduri’nin yaptırdığı Sardurburcu
(=Madırburç), iç kalenin etrafını çeviren sur duvarları, kalenin güney
uçurumunda ve güneydoğusunda yeralan kral kaya mezarları ve batı yamacındaki
II. Sarduri döneminde inşa edilen ve halk arasında Analı-kız olarak
adlandırılan açık hava tapınağıdır. Bu kutsal alan, anıtsal niş leri ve
bazalttan yapılmış dikilitaşlarıyla Urartuların dine verdikleri öneme işaret
etmektedir.
Van Kalesi’nin kuzeybatı ucuna inşa edilen Sardurburcu, dikdörtgen
bir plana sahiptir. Burç, ağırlıkları 20-25 tonu bulan çok büyük kireçtaşı
bloklardan yapılmıştır. Bu taş bloklar, Van’a 15 kilometre uzaklıktaki Alniuni taş ocağın-dan getirilmekteydi. Yapının doğu
ve batıdaki uzun duvarları üzerinde farklı seviyelerde yeralan, I. Sarduri’ye
ait aşağıdaki yazıt, altı kez tekrar edilmiştir: “Lutipri
oğlu Sarduri’nin yazıtı; büyük kral, güçlü kral, dünya kralı. Nairi Ülke-si’nin
kralı, eşi olmayan kral, halkın çobanı, savaştan korkmayan kral. Ben
Lutipri’nin oğlu Sarduri, krallar kralı, bütün krallardan haraç alan kral,
Lutipri oğlu Sarduri böyle konuşur:Bu taşları Alniunu kentinden getirdim ve bu
duvarı inşa ettim.”
Sardurburcu’nun işlevi hakkında kesin bir bilgi yoktur. Van Gölü sularının
Urartu çağında olduğu gibi, M.S. XVII. yüzyıla kadar Van Kalesi’ nin batı
eteklerine kadar ilerlediği bilinmektedir. Bu nedenle Sardurburcu’nun, göl
ile kalenin birleştiği bu kısımda bulunması, Urartular zamanında tahkim edilmiş
bir iskele olduğunu gösterebilir. Son yıllarda birkaç metre yükselen Van Gölü,
bu burca ulaşmak üzeredir.
Kayalara oyulmuş Urartu anıtlarından en görkemlisi
kuşkusuz, kral mezarlarıdır. Kayalığın güney yamaçları üzerindeki bu
anıt-mezarlar, geniş ve yüksek bir salon ile, bunun çevresindeki odalardan oluşmaktadır.
İçine çok sayıda insanın gmülebildiği bu oda-mezar anlayışına, Van bölgesinde
Erken Demir Çağı’ndan yani M.Ö. 1000 yıllarından beri rastlanmaktadır. Oldukça
basit olan Urartu Krallığı öncesi bu mezarlar yanında Van Kalesi’ndeki kral
mezarları, görkemli cephe ve kapılarıyla dünyanın en erken mezar-anıtları
durumundadır. Bunlardan kayalığın güneybatı ucundaki, I. Argişti’ye aittir. Ön
cephesine kralın siyasi ve askeri başarılarını anlatan yazıtlar kazılı olan bu
mezarda, öndeki ana salonun etrafında, duvarları nişli beş oda daha
bu-lunmaktadır. Mezar odalarına cesetler, yüksek sekiler ya da tekneler
içerisi-ne taş, tunç ya da pişmiş toprak sandukalar içinde yatırılarak zengin
armağanlarla birlikte bırakılmıştır. Bunun yanında kimi cesetlerde yakılmış, urneler
içine konarak saklanmıştır. Kalenin doğu ucunda, içine yalnızca urnelerin
konduğubir anıt-mezar bulunmaktadır. Ağızları kapatılan urnele-rin üzerine
ruhun kolayca girip çıkabilmesi için birkaç delik açılmıştır.
Tuşpa kentinin halk mezarlığı ise, akropolün 1.5
kilometre kadar kuzeyinde Altıntepe (Erzincan yakınlarındaki Altıntepe’den
farklı) denen geniş bir ala-na yayılmıştır. Burada cesetler, daha çok yumuşak
kayalara oyulmuş, irili-ufaklı mezar odalarına bırakılmıştır. Aynı aileden çok
sayıda cesedi barındı-ran bu oda-mezarların işçiliği, soyluların mezarlarına
kıyasla oldukça basit ve özensiz kalmaktadır. Bunun yanında, cesetlerin
doğrudan doğruya gömüldüğü tek kişilik basit toprak mezarlarla, yakılıp
küllerinin urnelere konulduğu farklı gömü tarzları da bulunmaktadır.
AŞAĞI ve YUKARI ANZAF KALELERİ:
İstanbul Üniversitesi Eskiçağ Tarihi
Ana Bilimdali Başkanı Oktay Belli başkanlığındaki bir heyet tarafından 1991
yılında kazısı başlatılan ve hala devam eden Aşağı ve Yukarı Anzaf Kalelerinin
önemi, Urartu Krallığının başlangıç dönemine ait olmalarıdır. Bu kazılar,
Urartuların kuruluş dönemlerindeki tarihine ışık tutmakla kalmamış, Urartu
mimarisi, dini ve sanatı hakkında da çok önemli bilgiler vermiştir.
AŞAĞI ANZAF KALESİ: Bu kale, yukarıda bahsettiğimiz başkent Tuşpa’ nın (Van Kalesi) 11 km. Kuzeydoğusunda, günümüzde kullanılan Van-İran kara ve demiryolunun hemen yakınında bulunmaktadır. Savunma yönünden çok önemli bir yerde bulunan Aşağı Anzaf Kalesi, doğuda Kuzeybatı İran ve kuzeyde Transkafkasya’dan gelerek başkent Tuşpa’ya inen tarihi karayollarının son kesişme noktasında kurulmuştur. Bugünkü Türkiye-İran sınırının batısından başlayan ve Van Gölü’ne doğru daralan Erçek-Özalp-Saray Ovası’nın en dar yerinde bulunan Aşağı Anzaf Kalesi, özellikleri bakımından Doğu Anadolu Bölgesi’nin benzersiz yapılarından biridir. Bu nedenle Aşağı Anzaf Kalesi, hem Yukarı Anzaf Kalesi’ne hem de Urartu başkenti Tuşpa ve Rusahinili (Toprakkale)’ye doğu ve kuzey yönlerinden gelecek tehlikelere karşı bir ön-karakol görevi üstlenmiştir.
Aşağı Anzaf Kalesi, İşpuini (M.Ö.
830-810) tarafından kurulmuştur. Şu ana
kadar 5 tanesi bulunmuş olan inşa yazıtında, şu metin tekrar edilmektedir:
“Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde Sarduri oğlu İşpuini bu kaleyi mükemmel bir şekilde inşa ettirdi. Güçlü Kral, Büyük Kral, Bia Ülkelerinin Kralı.”
Kale, deniz seviyesinden 1900 metre yüksekliğinde fazla engebeli olmayan kalker bir tepe üzerinde kurulmuştur. Kayalığın biçimine paralel olarak kuzey-güney doğrultusunda uzanan Aşağı Anzaf Kalesi, 62x98 metre boyutlarında dikdörtgen bir plana sahiptir. Yaklaşık olarak 6000m2’lik bir alan üzerine kurulan kale, “kiklopik teknik” adı verilen bir yöntemle oldukça sağlam ve yüksek duvarlarla çevrelenmiştir. Bugün 3.5-4 metre yüksekliğinde olan kale duvarları, iri kalker bloklardan yapılmıştır.
Aşağı Anzaf Kalesi’ni aynı dönemde kurulan Van Ovası’nın kuzeyindeki Kalecik ve aynı ovanın güneyinde bulunan Zivistan kalelerinden ayıran en önemli özelliği, savunmayı kolaylaştıran ve üstündeki blokların yüksek yapıların ağırlığına dayanmasını sağlayan kurtin ve bastiyonlara duvarlarında rastlanılmamasıdır.
Kalenin kuzey duvarının 24 metre güneyinde, kalenin doğu ve batı sur duvarlarını bir omurga gibi birleştiren ilginç teras duvarı, oldukça özenli bir işçiliği yansıtmaktadır. Ortalama 50 cm. yüksekliğindeki teras duvarının kuzeyinde, tabanı büyük kerpiç bloklarla özenli bir şekilde kaplamış olan 1300 m2’lik boş bir alan bulunmaktadır. Dikdörtgen planlı bu alanın, kuzeyde terasa açılan büyük yapılarla bağlantılı olarak bir iç avlu gibi kullanılmış olduğu anlaşılmaktadır. Aşağı Anzaf Kalesi’nin askeri amaçlarla kullanılmış olduğunu göz önüne alacak olursak, üstü açık ve çevresi yüksek kale duvar-larıyla çevrili bu alanın, askeri garnizonun kullandığı bir iç avlu olduğu ortaya çıkmaktadır. Kuzeyde terasa açılan büyük Urartu yapılarının hemen hepsi, ne yazık ki Ortaçağ yerleşimcilerinin yapmış olduğu aşırı tahribata maruz kalmıştır. Ayrıca şu an için açıklayamadığımız bir başka olay ise, Aşağı Anzaf Kalesi’nin ne zaman ve ne şekilde tahrip edildiğidir. Zira yukarda sözünü ettiğimiz aşırı tahribat herhangi bir kanıtın bulunmasını engellemektedir.
Kalenin kapısı güney sur duvarları üzerinde bulunmaktadır. Ancak Ortaçağ düşünce yapısının günümüzde de devam etmesi sonucu, güney sur duvarları Van-Özalp-Saray-İran modern karayoluna kurban edilmiş; 1980 yılında Van Karayollarına bağlı dozerler tarafından acımasızca yıkılmıştır. Yapılan bu şiddetli tahribattan kapı, kapının batısındaki yapılar, sur duvarları, kapının güneyindeki yol bağlantısıyla sivil yerleşim merkezine ait konut kalıntıları çok büyük ölçüde zarar görmüştür. Örneğin, yol bağlantısının ve kapının 2.5-3 metre derinliğindeki güney duvarları ve taban döşemesi temelleriyle birlikte tahrip edilmiştir. Bu nedenle kapının her iki yanında kapıyı koruyan kulelerin yer alıp almadığını kesin olarak bilemiyoruz. Dozerler tarafından tahrip edilen taşlar arasında bulunan çivi yazılı iki büyük taş üzerindeki inşa yazıtının da kapı girişindeki avlu duvarlarında bulunduğu sanılmaktadır. Her iki yazıtta da, kalenin İşpuini tarafından yapıldığı belirtilmektedir.
Doğu ile batı duvarları iri kalker taşlardan yapılmış dikdörtgen biçimli kapı odası, 5 metre genişliğinde ve kuzey yönüne doğru 7 metre derinliğindedir. Bu haliyle bile bu kapı, şu an için bilinen Urartu hisar kapılarının en eski örneğini oluşturmaktadır. Kapı büyük bir olasılıkla çift kanatlıydı.
YUKARI ANZAF KALESİ: Aşağı Anzaf Kalesi’nin 900 metre güneyinde yer alan Yukarı Anzaf Kalesi, İşpuini’nin oğlu Menua (M.Ö. 810-786) zamanında yapılmıştır. Kurulduğu tarihten yıkılışına kadar geçen 200 yıllık bir süre bo-yunca kalenin içinde yapılan çeşitli dönemlere ait yapılar, Urartu mimarisi-nin geçirdiği gelişim evrelerini tüm canlılığı ile yansıtmaktadır. Aşağı kaleden 10 kat daha büyük olan Yukarı Anzaf Kalesi, yaklaşık olarak 60 bin m2’lik bir alan üzerinde yeralmaktadır. Yukarı Anzaf Kalesi, Aşağı Anzaf’tan farklı olarak çevresindeki verimli topraklarda yapılan tarımdan elde edilen ürünlerin depolandığı çok önemli bir üretim merkezi olarak kurulmuştur. 1 km. Doğuda bulunan ve Kral Menua tarafından yaptırılan küçük barajda biriktirilen sular, tarımın bu kadar gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır. Asıl ilginç olan, Yukarı Anzaf Barajı’nın geçirmiş olduğu küçük onarımlarla günümüzde bile görev yapmasıdır. Çünkü bu barajda biriken sular olmadan, kuzey yönüne doğru uzanan verimli topraklarda tarım yapmak mümkün değildir. Kalenin hemen güneyinde bulunan ve çevresi kalın bir duvar ile çevrelenen Aşağı Kent ise, 141 bin m2’lik bir alanda kurulmuştur. Günümüzdeki Dereüstü (Anzaf) Köyü sınırları içinde kalan ve kale ile birlikte planlanarak yapılan Aşağı Kent, erken dönem Urartu yerleşim merkezlerinin en önemli örneklerinden birini oluşturmakta-dır. Yukarı Anzaf Kalesi’ni çevreleyen sur duvarları, Aşağı Anzaf’ta görmediğimiz bir şekilde kurtin-bastiyon tekniğinde yapılmıştır.
Yukarı Anzaf Kalesi, Urartu Krallığı’nın en önemli kült merkezlerinden birini oluşturmaktadır. Krallığın ulusal tanrısı Haldi adına yaptırılan en eski kare planlı tapınak, Yukarı Anzaf Kalesi’nde bulunmaktadır. Ayrıca kalenin doğusu ve kuzeybatısındaki kayaların düzeltilmiş bölümlerine, çeşitli biçimlere sahip anıtsal kaya işaretleri yapılmıştır. Kayalıklara büyük bir özenle oyularak yapılan 22 işaret, kalenin kutsallığını simgelemektedir. Kral Menua döneminde yaptırılan kalelerin hiçbirinde bu denli zengin ve anıtsal kaya işareti görülmemektedir. Urartu başkenti Tuşpa ve Meher Kapısı’nın yakınında bu kadar çok anıtsal kaya işaretinin bulunmadığını gözönüne alırsak, Yukarı Anzaf Kalesi’nin önrmli bir dinsel merkez olduğu kolayca anlaşılabilir. Ayrıca tapınağın batısında Tanrı Haldi’ye adanan eşya ve silahların konulduğu küçük odada bulunan adak kalkanı üzerine betimlenen ve bugüne kadar benzerine rastlanılmayan Urartu tanrıları da, kalenin kült merkezi olduğu konusunda bilgi vermektedir.
Aşağı Kent’in üç yanı 2 metre kalınlığında bir sur duvarı ile çevrelenmekte ve kuzeyde yükselen Anzaf Kalesi’nin güney duvarlarıyla birleşmektedir. Bu kadar geniş bir alana yayılan kentin, birden çok kapısı olduğu anlaşılmaktadır. Prof Dr. Oktay Belli başkanlığındaki kazı ekibinin ortaya çıkardığı 4.30 metre genişliğindeki Doğu Kapısı, Doğu Anadolu’daki kent kapılarının biçimi, büyüklüğü ve inşa tekniği konusunda önemli bilgiler vermiştir. Kapı girişi Ermenistan’da bulunan Karmir Blur’daki (=Teişebaini ya da Kızıltepe) kentin kuzey kapısı gibi, iki duvar arasındaki bir boşluktan oluşmaktadır. Doğu kapısının kent halkı tarafından, kalenin doğu eteklerinde çok geniş bir alana yayılan tarım alanlarına ve Yukarı Anzaf Barajı’na gitmek için kullanıldığı anlaşılmaktadır. Kapı, Kral Menua döneminde Kale ve Aşağı Kent ile birlikte planlanarak yapılmıştır. Bu nedenle Doğu Anadolu, Transkafkasya ve Kuzeybatı İran bölgelerinde yeralan yerleşim merkezlerindeki kent kapı-larının şimdilik en erken örneğini yansıttığı söylenebilir.
DEPO, MUTFAK ve PİTOSLU YAPILAR: Kalenin batı sur duvarına bitişik olarak yan yana birçok depo odası yapılmıştır. İki katlı olduğu anlaşılan odaların ilk katları gibi bodrumların batı duvarları da, doğuda bulunan birden fazla kata sahip yapıların batı yönüne doğru şiddetli bir şekilde yıkılıp akmasıyla, kalenin batı sur duvarlarıyla birlikte temellerine kadar yıkılmıştır. Kuzey kapı avlusunun hemen güney batısından başlayan ve kuzeye doğru yan yana yapılan dört bodrum odası farklı büyüklüklere sahiptir. Yan yana yapılan depo odalarını birbirinden, ortalama dört metre genişliğinde bir ara duvar ayırmaktadır. Toplam beş bodrum odasında da herhangi bir kapı girişinin bulunmaması, bu odalara ilk kattan merdiven ile girildiğini göstermektedir. Duvarları beyaz badanalı ve tabanları sıkıştırılmış kilden özenli bir şekilde yapılan bu odaların birinin mutfak, diğerlerinin de depo olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır. Güneybatı köşede, kare planlı odada bulunan ocak ve fırın, bu odanın mutfak olarak kullanıldığını göstermektedir.
Haldi Tapınağı’nın kuzeybatısında yan yana iki ayrı odadan oluşan mutfak-lar, ortalama 2.5 metre genişliğinde ve 3.5 metre yüksekliğinde bir ara duvar ile birbirlerinden ayrılmaktadır. Bu odaların duvarları da sıvanarak beyaz badana ile boyanmıştır. Ara duvarın kuzeyinde bulunan mutfak odasının çe-şitli yerlerinde toplam 9 tandır ve 2 pitos ortaya çıkarılmıştır. Ne yazık ki pitos ve tandırlar doğuda yükselen yapıların batı yönüne doğru yıkılmasıyla, 2.5-3 metre kalınlığında bir taş ve toprak tabakasının altında kalarak tahrip olmuşlardır. Mutfakta çok sayıda çanak ve çömleğin yanısıra, ezgi taşları ve taş kaplara da rastlanmıştır. Bunların yanında pek çok metal eşya, silahlar örneğin çok sayıda demirden yapılmış bıçak, olta ve demir bir külçe de bulunmuştur.
Güney odasını ayıran ara duvarın önünde,
tabana açılan dikdörtgen biçimli erzak çukurundan ise, büyük miktarda
karbonlaşmış tarım ürünleri ortaya çıkarılmıştır. Botanikçiler tarafından
yapılan incelemelerde, bunların az bir bölümünün yabani nohut (Cicer anatolicum) ve çok büyük bir kısmının da mercimek (Lens culinaris) olduğu anlaşılmıştır. Ayrıca önemli miktarda
küçük yumrular halinde beyaz, mavi, kırmızı (hematit) ve sarı (limonit) toz
boya parçaları bulunmuştur. Bilindiği gibi Urartu kalelerindeki tapınak, saray,
harem ve kabul salonlarıyla birçok odanın duvarları renkli boyalarla çeşitli
resim, bitki ve geometrik motiflerle süslenirdi.
Pitoslu yapılara gelince, bunlar mutfak yapılarının güneydoğusunda
yeralmaktadır. Prof Dr. Oktay Belli başkanlığında yapılan kazılarda 1998
yılına kadar iki pitoslu oda ortaya çıkarılmıştır. Her iki oda da 4.5x10 metre
büyüklüğünde dikdörtgen bir plan göstermektedir. Batıdaki odada, toprak
seviyesinden 1.5 metre derinlikte, gövdelerine kadar tabana gömülmüş yanyana
12 pitos bulunmuştur. Aslında bu odada her bir sırada yanyana 7 tane olmak
üzere, üç sıradan 21 tane pitosun olması gerekmektedir. Her birinin ağız çapı
farklı olan pitosların oldukça büyük ve derin oldukları görülmüştür. Bu odayı
doğusunda bulunun diğer odadan, sıvalı ve mavi boyayla badana edilmiş biri ara
duvar ayırmaktadır. Doğudaki odada da yine gövdelerine kadar toprağa gömülmüş
13 pitos çıkarılmıştır. Buradaki pitos sayısının da 21 olması gerkmektedir. Her
pitos ortalama 1000 litreden fazla şarap almaktaydı. Bu odanın kerpiçten
yapılmış doğu duvarında yan yana dört adet niş açılmıştır.
Benzerlerine, Urartuların diğer pitoslu yapılarında rastlanılmayan bu ilginç
görünümlü nişlerin içine, çeşitli eşya, kap ve aydınlatma araçları
konulmaktaydı.
BÜYÜK KULE, KUZEY ve GÜNEY KAPILARI: Anıtsal bir görünüme sahip olan Kuzey ve Güney kapıları ile bunları koruyan Büyük Kule, kalenin güneybatı sur duvarları üzerinde yeralmaktadır. Oldukça korunaklı bir yere yapılan her iki kapı da, doğudan batıya doğru esen sert rüzgarlardan etkilenmemektedir. Kapıların ikinci ve belki de en önemli özelliği, cepheden yani batıdan bakıldığı zaman, kesinlikle görülmemesidir. Böylece her iki kapıya da gizlilik özelliği kazandırılmıştır. Anıtsal bir kule ile güçlendirilen her iki kapıya da savunma yönünden çok büyük önem verildiği görülmektedir. Dış görünüm ve tasarım yönünden bu tür hisar kapılarının benzerlerine, şimdiye kadar Urartu Krallığı’nın etkisi altındaki topraklarda rastlanılmamıştır.
Çok büyük bir kaya kütlesinin kuzeybatı yönüne, 11x8 metre büyüklüğünde, kareye yakın bir biçimde yapılmış olan kulenin doğusu, kayalık alan ile birleştirilmiştir. Anıtsal ve etkiliyeci bir görünüme sahip olan Büyük Kule, toprak seviyesinden günümüzde 7 metre yükesekliğinde ise de o zaman için çok daha yüksek olduğu sanılmaktadır. Özenle işlenmiş iri kalker taşlardan yapılan kulenin üzerinde kerpiçten yapılmış odaların olduğu ve buralarda nöbetçilerin kaldığı sanılmaktadır. Bu ilginç kule şimdilik Urartu hisar kapılarını koruyan en eski kule örneğini oluşturmaktadır.
Büyük Kule’nin güneyinde, Güney Kapısı’na geçit veren üstü açık üçgen biçiminde bir avlu bulunmaktadır. Bu avludan güney kapısına merdivenlerle ulaşılmaktaydı. Ancak güney kapısı büyük ölçüde tahrip edilmiş olduğun-dan, kaç metre genişliğinde olduğunu bilemiyoruz. Aşağı Kent’ten gelen ve ters “U” şeklinde bir güzergahı izleyerek ulaşılan güney kapısı, arabaların ve hayvanların geçmesine elverişli değildi. Kapı avlusundan sonra güneydoğu yönüne doğru devam eden yol, tapınak ve çevresindeki yapılara gitmektedir.
Güney Kapısı’na kıyasla daha anıtsal yapılan Kuzey Kapısı, Büyük Kule’nin hemen batı yüzünde yeralmaktadır. Büyük Kule’nin batı yüzüne 2 metre ge-nişliğinde ve 3.40 metre derinliğinde kapının doğu kanadının duvarı yapılmıştır. Doğu kanadı duvarının Büyük Kule ile birlikte tasarlanarak yapıldığı anlaşılmaktadır. Kapı kanadı duvarının mevcut toprak seviyesinden yüksekliği 2.30 metredir. M.Ö. VII. yüzyılda Kuzey Kapısı üzerinde değişiklikler yapılmış, genişliği 3.80 metreden 1.60 metreye düşürülmüştür. Bunun için doğu kapı kanadının önüne 60 cm., batı kapı kanadının önüne de 1.60 metre genişliğinde ek duvar yapılmıştır. Kapının ilk halinin çift kanatlı olduğu, 1.60 metreye indirildikten sonra tek kanatlı bir kapıya dönüştüğü anlaşılmaktadır. Bunun nedeni, o tarihlerde bölgede meydana gelen şiddetli bir deprem sonucu kalenin mimari yapısında gerçekleştirilen bir değişiklik olabilir. Fakat benim düşüncem, oldukça stratejik bir konumda bulunan kalenin savunmasını kolaylaştırmak amacıyla bu değişikliğin yapılmış olduğudur. Kalenin ve kapının M.Ö. VII. yüzyılın sonunda İskit saldırıları sonucu büyük ölçüde yanması bu görüşümüzü desteklemektedir. Zira kaleye yapılan saldırı savunma yönünden oldukça iyi planlanan ve adeta bir ölüm tuzağı haline getirilmiş kapılardan yapılmamıştır.Yangın öylesine şiddetli olmuştur ki, alevlerden kalker taş duvarlar patlamış, bu duvarlar üzerinde bulunan kerpiç yapı taşları yanarak kırmızı renkte tuğlalara dönüşmüş ve kapının kuzeyinde bulunan iç avlunun tabanı yaklaşık 70-80cm. kalınlığında kül ve kömür tabakası ile kaplanmıştır.
Kuzey Kapı avlusunda yapılan kazı çalışmalarında, kaleye saldırı sırasında, içeriden dışarıya çıkmak isterken dumandan boğularak ölen ve yanan pek çok hayvan iskeleti bulunmuştur. İskit saldırısı sırasında, Aşağı Kent’te otu-ran halk, özel eşyaları ve hayvanları ile birlikte kaleye sığınmışlardı. Fakat çıkan panik sırasında kapalı olan kapıdan çıkamayan yüzlerce hayvan, çıkan dumandan boğularak üst üste yığılmışlardır. Ortaya çıkarılan hayvan iskelet-lerinin % 60’ı yanarak kömürleşmiş, daha sonra Büyük Kule’nin kerpiç duvarlrının yıkılmasıyla tonlarca ağırlıktaki taş ve toprağın altında kalarak geniş bir alana yayılmışlardır. Bu nedenle iskeletlerden hiç biri tam değildir. Yapılan çalışmalar sonucu bu iskeletlerden 81’i büyük baş 452’si de küçükbaş hayvanlara aittir. Büyükbaş hayvanların hemen hepsi sığır, küçükbaş hayvan kalıntıları da koyun ve keçilere aittir. Ayrıca bunların yanı sıra 1 adet köpek ve yine 1 adet tavşan iskeleti bulunmuştur. Bu sayılar, Urartularda hayvancılık konusunu incelemek açısından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca bölgedeki hayvan faunası da daha iyi anlaşılacaktır.
TAPINAK: Urartu Krallığının ulusal tanrısı Haldi’ye adanan
tapınak, kalenin 1995 metre ile en yüksek noktası olan güney kesimine
yapılmıştır. 13.40 metre büyüklüğündeki kare planlı tapınağın tabanı, ana
kayanın düzeltilmesi ile elde edilmiştir. Duvar kalınlığı ise 2.5 metredir.
Tapınağın kuzey yönündeki kapısı, oldukça etkileyici bir görünüme sahip olan Süphan Dağı’na bakmaktadır. Zaten daha
sonraları II. Rusa, Urartu panteonuna Eudiri (Süphan) Dağı’nı bir tanrı olarak ekletmiştir.
Ne yazık ki, tapınağın içi ve avlusu büyük bir Ortaçağ yerleşimine sahne
olduğundan, aşırı şekilde tahrip edilmiştir. Öyle ki tapınağın kuzey ve batı
duvarları temellerine varıncaya kadar sökülmüştür. Tapınak tabanını oluşturan
düzeltilmiş kayalı-ğın çatlak kısmına dikey olarak çakılan demirden mantar
başlı küçük murç, Urartu tapınaklarının temellerine konulan metal eşya
ve silahların şimdilik en eski örneğini
oluşturmaktadır. Tapınağın doğu duvarı, bu yönden esen şiddetli rüzgarları
engellediği için, Ortaçağ yerleşimcileri tarafından tahrip edilmekten
kurtulmuştur. Bu duvarın kuzeydoğu köşesinde, tapınak inşa yazıtı
bulunmaktadır. Yine bu yerleşimciler tarafından kırılmış olduğundan, parçalar
halinde ele geçirilen çivi yazılarının ise, tapınağın kuzeybatı köşe-sindeki
inşa yazıtına ait olduğu sanılmaktadır. Bu yazıtlar aynı içeriğe sahiptir.
Kuzeydoğu köşe duvarında bulunan inşa yazıtı, taşın her iki yüzüne yazılmıştır.
Altı satırdan oluşan asıl metin, yok edilmeye karşı bir önlem olmak üzere,
taşın doğu yüzüne iki kez, kuzey yüzüne de bir kez aynı şekilde yazılmıştır.
Metinde şunlar okunmuştur:
“Tanrı
Haldi’nin gücü sayesinde İşpuini oğlu Menua, Tanrı Haldi’ye, efendiye, bu
tapınağı ve bu kaleyi mükemmel bir şekilde inşa ettirdi.”
Bu yazıtın
yine Kral Menua tarafından yaptırılan Patnos-Aznavurtepe ve Körzüt
kalelerindeki tapınak yazıtlarından en önemli farkı, Menua’nın yapmış olduğu
askeri eylemlerden hiç söz edilmemiş olmasıdır. Bu yüzden bu tapınağın Kral
Menua’nın ilk yıllarına ait olduğu anlaşılmaktadır. Böylece Yukarı Anzaf
Kalesi’nin tapınağı, şu an için en eski Urartu tapınağını oluşturmaktadır.
Haldi Tapınağı’nın tıpkı Çavuştepe (Sardurihinili) Yukarı Kale, Altıntepe ve Arin-Berd (Erebuni)’deki tapınaklar gibi yalnızca bir celladan ibaret olmayıp,
batısında yeralan avlu ve avluya açılan odalarla bir yapı bütünlüğü
oluşturmaktadır. Tapınağın batısında yeralan avlu ve odalara, ana kayadan
oyularak açılan uzun bir koridordan geçilmektedir. Kalker kayalığın büyük bir
özenle oyulmasıyla yapılan koridorun mevcut uzunluğu 9.5 metredir. Bu koridor,
batıdan doğuda odaların bulunduğu yere doğru genişlemektedir. Koridordan
doğudaki tapınak alana girişi sağlayan ilk kapı, koridorun her iki tarafına
karşılıklı örülen birer kapı kanadı duvarıyla oluşturulmuştur.
Kapı boşluğunun hemen kuzeydoğu
köşesinde bulunan ahşap kapı direği, kapı ile birlikte, şiddetli bir şekilde
yanarak kömürleşmiştir.Yangının şiddetinden duvarda bulunan kalker taşlar bile
patlamıştır. Ahşap üzerine kabara çivilerle perçinlenen bronz parçalarından,
kapının bir zamanlar bronz levhalarla kaplı olduğunu anlıyoruz. Burada bulunan
küçük odaya, Tanrı Haldi’ye adanan bronz ve demirden yapılmış çeşitli eşya ve
silahların konulduğu görülmüştür. Ancak az önce söz ettiğimiz şiddetli
yangından dolayı, bronz levhalar ile birlikte diğer bronz eşya ve silahlar da
büyük zarar görmüş; oluşan yüksek ısı nedeniyle eriyerek form
değiştirmişlerdir. Tanrı Haldi’ye adanan eşya ve silahların konulduğu 8
metrekarelik bu odada bulunan demirden yapılmış silahlar arasında bıçaklar, ok
uçları ve çeşitli büyüklükteki mızrak uçları yeralmaktadır. Bronzdan yapılmış
eşya ve silahlar ise, fibula, miğfer, miğfer yanaklıkları, adak
halkaları, kalkan ve kalkan tutamakları, disk, zırh pulları, at koşum takımına
ait çeşitli eşyalar, boğumlu bilezik, ok uçları ile hangi tür eşya ve silaha
ait oldukları kesin olarak anlaşılamayan yüzlerce bronz levhalardır. Yine bu
odada bulunan iki omuzlu ve mahmuzlu bronz ok ucu ise, kalenin İskitler
tarafından tahrip edilmiş olabileceği görüşlerini kuvvetlendirmektedir.
ÇAVUŞTEPE KALESİ:
Urartu kalelerinden günümüze en iyi durumda kalmış olanı,
Van’ın 25 kilometre güneydoğusunda Gürpınar yakınlarında yeralan Çavuştepe’dir. II. Sarduri’nin başarılarla dolu saltanatının
en iyi yansıması olarak nitelendirilen bu kaleye, kurucusu olan kralın adıyla
Sardurihinili adı verilmiştir. Kale Gürpınar Ovası’nın ortasında, doğu-batı
doğrultusunda uzanan ince-uzun bir kayalık üzerine kurulmuştur. Çavuştepe
Kalesi, İran’dan krallığın merkezine doğru uzanan tarihi yolu denetlemek
amacıyla inşa edilmişti. Bu stratejik öneminin yanı sıra (belki de bu önemi
nedeniyle), ekonomik, yönetimsel ve dinsel işlevleri de bünyesinde toplayan
büyük bir merkez konumundaydı. Çevresi
kesme taş ve kerpiçten görkemli surlarla kuşatılmış, doğu ve batıdan yapay
hendeklerle koruma altına alınmıştı.
Yukarı Kale ve Aşağı Kale olmak
üzere iki tepe üzerinde bulunan şehirde, tapınaklara ayrılmış bir alanın
varlığı dikkati çekmektedir. Urartu yerleşimlerinde ilk kez rastlanılan bu tip
kutsal alan anlayışı, şehrin önemini ortaya koymaktadır. Örneğin, Yukarı
Kale’de bir Haldi (Khaldi) Tapınağı bulunmaktaydı. Etrafı surlarla
çevrili bu alanın en yüksek kesiminde, girişi doğuya bakan kare planlı bir
kule-tapınak yükseliyordu. Önünde bir avlu, gerisinde ise direkli bir salona
yer verilmişti. Yukarı Kale, tümüyle Haldi’ye adanmış kutsal bir kale
görünümündedir. Daha alçakta, 430 metre uzunluğunda ve 70-80 metre
genişliğinde bir sırt üzerindeki Aşağı Kale’de ise bir saray, Gürpınar
Ovası’nın yerel bir tanrısı olduğu sanılan İrmuşini’ye ait bir tapınak,
depolar, atölyeler ve askeri tesislere yer verilmiştir.
Yalçın kayalıklar üzerine inşa
edilen Urartu saraylarının en tipik örneği olan Çavuştepe, bu özelliğiyle geniş
ve düz alanlarda kurulmuş Asur saraylarından ayrılmaktaydı. Örneğin
Asur sarayları tek katlıyken, Çavuştepe’de örneğinde olduğu gibi Urartu
sarayları, genellikle iki kattan oluşurdu. Alt kat, mutfaklar, kilerler,
depolar, tuvaletler ve benzeri hizmet alanlarına ayrılır; kalın payeler
üzerinde duran ikinci katta ise büyük bir kabul salonu ile harem dairesi
bulunurdu. Büyük çapta kayalara oyularak inşa edilmiş olan Çavuştepe sarayının
güneyi teraslar şeklindedir. Dışarıdan gelenlerin güneydeki merdivenler
yardımıyla ulaştığı sarayın alt katı, iki büyük koridor, iki sıra paye ve yan
mekanlardan müteşekkildi. Buradaki kayaya oyulmuş üç mahzen çoğu kez kış
yağışlarını depolayan birer sarnıç, aynı zamanda da sıcak yaz aylarında
yiyecekler için soğuk hava deposu olarak hizmet görüyordu. Doğu ve batıda,
içlerinde ocak, çeşme ve atık su küvetlerinin bulunduğu iki ayrı mutfak
vardı. Çeşmelere su, hemen
arkalarındaki taştan platformlar üzerine yerleştirilmiş, zaman zaman doldurulan
depolardan sağlanıyordu. Kuzeybatı uçta yeralan küçük, yuvarlak bir mekan ise
tuvalet olarak kullanlıyordu. Gerek pis su ve gerekse tuvalet artıkları, temel
inşaatı sırasında kayalara oyulmuş kanallar yardımıyla surların altından
geçirilerek, kalenin dışına akıtılıyordu. Kısacası alt kat tamamıyla servis
hizmetlerine yönelikti.
Sarayın ikinci katına, doğu ve batı
uçtaki merdivenlerle çıkılmaktadır. Tören ve yerleşime ayrılmış ana bölümler
buradaydı. Ne yazık ki üst kat günümüze kadar gelememiştir. Ancak burada
haremlik ve selamlık olmak üzere iki bölüm olduğu anlaşılmaktadır. Duvarları,
mavi ve kırmızı rengin hakim olduğu resimlerle süslü olan üst kat, daha zengin
ve özenli bir şekilde bezenmiştir.
URARTU BARAJLARI ve SU YAPILARI:
Urartu mimarisinden söz açılmışken yaptıkları baraj, gölet ve su kanallarından bahsetmemek büyük bir eksiklik olurdu. 1987 yılından günümüze kadar yapılan arkeolojik kazılar ve araştırmalarda şu an için 63’ten fazla baraj, gölet ve sulama kanalına rastlanmış (40 baraj, 16 gölet, 7 sulama kanalı); Urartu Krallığı’nın çekirdeği olan Doğu Anadolu Bölgesi böylece bir “Barajlar Devleti” durumuna gelmiştir. Prof Dr. Oktay Belli’nin ifadesiyle “Anadolu ve Dünya’nın öteki coğrafi bölgelerinde bu kadar çok barajın varlığına rastlanılmamaktadır. Bu yüzden Urartu Krallığı’nı Anadolu ve Eski Önasya Dünyası’nın en büyük ‘Hidrolik Uygarlığı’ olarak adlandırmak yerinde olacaktır.” Bir başka ve belki de en önemli nokta bu barajların günümüzde (2800 yıldan beri) dahi kullanılıyor olmasıdır.
Bu durum, Urartu krallarının sulamaya verdiği önemi göstermektedir. Zira Urartulara kadar Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki topluluklar ekonomik yaşamlarını, hayvan besiciliği ile sürdürmekteydi. Oysa bu bölgenin dağlık ve yağış ortalaması yüksek coğrafi şartları, zengin su kaynaklarına işaret etmektedir. Van Bölgesi ve çevresinde yıllık yağış ortalaması, 380 mm., buharlaşma ortalaması ise 1260 mm.dir. Kar kalınlığı ise 40-60 cm. arasında değişir. Bu da yazları sıcak ve kurak olan bu bölgenin asıl su kaynağının yazın eriyen kar suları olduğunu göstermektedir. Bu kaynaklar, zengin bitki örtüsü ile birlikte onbinlerce küçük ve büyükbaş hayvanın su ve ot gereksinmesini sağlamıştır. Fakat ne var ki bu su kaynakları, Urartular dönemine kadar tarıma yönlendirilememiştir. Böylece yapılan pekçok baraj, gölet ve su kanallarıyla, verimsiz ova ve düzlükler suya kavuşmuş, bu bölge hayvancılığın yanısıra tarım alanında da önemli noktalara gelmiştir. Günümüzde bile hayranlıkla izlenen bu tesisler, daha sonraki uygarlıkların türkü ve efsanelerine konu olmuş; Eskiçağ’da Hitit ve Asur krallıklarının baraj ve sulama kanalı yapma geleneği, böylece Pers, Hellenistik devletler, Doğu Roma, Ortaçağ ve Osmanlı dönemine taşınmıştır. Bir başka deyişle, Anadolu’da sulamaya dayalı modern tarım kültürünün yaygınlaşmasında ve baraj yapma geleneğinin gelişmesinde Urartu Uygarlığı’nın rolü büyüktür.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin en zengin su kaynaklarından biri, Van Ovası’nın doğusunu yarım ay şeklinde çevreleyen 3200 metre yüksekliğindeki Erek Dağı’dır. Urartu Krallığı döneminde bu dağın eteklerindeki su kaynakları üzerinde toplam 14 adet gölet ve baraj yapılmıştır. Yapılan gölet ve barajların hemen hepsi, Erek Dağı’nın batısından Van Gölü’ne kadar eğimli bir şekilde uzanan yaklaşık 150 km2 genişliğindeki tarım arazisini sulamak amacıyla kullanılmıştır. Van Ovası, oldukça verimli topraklara sahip olmasına karşın, sulama yönünden fakirdir.
Bu bölgede yapılan barajların en eskisi
Urartuların proto dönemlerine ait olan Bakraçlı ve Harabe Barajları’dır. Bakraçlı tahrip edilmiş, Harabe
Barajı’nın ise 1.5-2 metre yüksekliğindeki duvarları günümüze kadar
gelebilmiştir. 30x30 cm büyüklüğündeki savağı(7), bugüne kadar bulunan baraj savaklarının en küçük örneğini temsil
etmektedir. Ancak, baraj alanının içi toprakla dolduğundan 80 yıldan beri tarla
olarak kullanılmaktadır. Harabe Barajı, 1 km. güneyindeki Yoncatepe Kalesi ve
nekropolleriyle birlikte Erken Demir Çağı’na tarihlenir. Urartu barajlarının
ilk prototipini temsil ettiği için de çok büyük bir öneme sahiptir. Zivistan
Köyü yakınlarındaki Azab
Göleti, Kral İşpuini (M.Ö. 830-810) döneminde kurulmuştur
ve bilinen Urartu göletlerinin ilk örneğini yansıtır. Kevenli, Yukarı Ömerli, Aşağı Ömerli ve
Kilise Gölü ve Kadim Barajları, Urartu
Kralı Menua (M.Ö. 810-786) döneminde yapılmıştır. Rusa (Keşiş Gölü) ve Köşebaşı Barajları ile
Yakup, Kurubaş ve Sıhke Göletleri de
Kral II. Rusa (M.Ö. 685-645) döneminde yapılmıştır. Hatta yapılan baraj ve
göletler, Van Ovası’nın su gereksinimini karşılıyamadığı için, Gürpınar
Ovası’ndan Van Ovası’nın güney bölümünde bulunan meyve
sebze bahçeleri için, 51 km. uzunluğunda olan ünlü Menua (Semiramis-Şamiram Su) Kanalı yapılmıştır. Doğu Anadolu Bölgesi’ndeki diğer su kaynakları üzerinde,
birbirleriyle bağlantılı bu kadar çok sulama tesisi yapılmadığı görülmektedir.
Bu bölgede bu güne kadar bulunan Urartu sulama tesislerinin 1/5’i, Van
Ovası’nın doğusunda yükselen Erek Dağı eteklerinde, 3/5’inden fazlası da Van
bölgesinde yeralmaktadır. Bu nedenle Urartu başkenti Tuşpa’nın Van Ovası’nda
kurulmasında, Erek Dağı ve çevresindeki zengin su kaynakları önemli bir rol
oynamıştır.
Doğu
Anadolu Bölgesi’ndeki baraj, gölet ve sulama kanallarının % 85’i
erozyondan
büyük ölçüde etkilenmiştir. Bunda, bölgedeki orman alanlarının ortadan
kaldırılmasının büyük etkisi vardır. Ancak daha sonraları, hatta Türkiye
Cumhuriyeti döneminde yapılan küçük onarımlar sayesinde bu sulama yapılarının %
35’i kullanılabilir hale getirilmiştir. Günümüze değin yapılan araştırmaların
sonucuna göre, bu Urartu su yapılarının kuzeydeki sınırını Çıldır Gölü
yakınlarındaki Darboğaz Barajı,
doğudaki sınırını
Türk-İran sınırı yakınlarındaki Gelincik
Barajı, batıdaki
sınırını Erzincan’ın doğusundaki Ağındır
ve Karaağaç Barajları, güneydeki sınırını da Arç ve Kırmızı Düzlük
Barajları oluşturmaktadır.
Krallığın doğu sınırını oluşturan Kuzeybatı İran, kuzeyde Transkafkasya ve
batıda Bingöl-Elazığ-Malatya bölgesinde şu ana kadar Urartu sulama tesislerinin
varlığına rastlanılamamıştır.
MENUA (SEMİRAMİS-ŞAMİRAM) KANALI:
Urartular
ile ilgili yazımızın kimi yerlerinde sıklıkla bahsettiğimiz bu kanalın
hikayesinin anlatılacağı en iyi yer sanırım, “Urartu Mimarisi” bölümü
olurdu.
Prof. Dr. Oktay Belli’nin deyimiyle, Anadolu ve Dünya su mühendisliğinin bir
harikası olan, 51 km uzunluğundaki Menua Sulama Kanalı, aynı zamanda 2800
yıllık ölümsüz bir aşk efsanesinin de simgesi durumundadır. Kanalın çevresinde
bugünkü Kadem Bastı mevkiinde, Kral Menua tarafından eşi
Tariria için yapay teraslar şeklinde yaptırılan asma bahçeleri, Asur kraliçesi
Semiramis’in dünyanın yedi harikalarından olan asma bahçeleriyle
özdeşleştirilmiştir. Halk arasında anlatılan hikayeye göre Kral Menua, Asur
kraliçesi Semiramis’e olan aşkını kanıtlamak için bu bahçeleri yaptırmıştır.
Daha sonra hikaye efsaneleştirilerek türkülere bile konu olmuştur:
“Edremit Van’a bakar, içinden Şamram akar”
dizeleriyle,
günümüzde de sevilerek söylenen halk türkülerinde yaşamaya devam etmektedir.
Tarihsel verilere baktığımızda ise, aslında Babil Kraliçesi olan Semiramis
(Sammuramat)’in, Asur kralı V. Şamsiadad ile evlenerek Asur kraliçesi
olduğunu, Urartu Krallığı ile arasında hep bir can düşmanlığı bulunduğunu
görüyoruz. Eşinin ölümünden sonra beş yıl tek başına hüküm süren kraliçe sık
sık Urartu Krallığı ile karşı karşıya gelmiştir.
Bu kanalın
kaynağı, Gürpınar ilçesinin 6 km. güneybatısında, Yukarı Kaymaz (Mecingir) köyünün 1 km. güneydoğusundaki,
halkın kanala da verdiği adla anılan Semiramis-Şamiram Su’dur. 1760 metre
kotunda 37-38 metre çapında karstik bir alandan fışkıran kaynak suyu, saniyede
6-10 m3 debiye sahiptir. Pınarın debisi kurak mevsimlerde 2m3/sn’ye kadar
düşmektedir. Kaynaktan çıkan su, önce bir toprak kanal ile kuzey yönüne sevk
edilmekte; daha sonra doğudan batıya doğru akan Hoşap Çayı (Engil Çayı) üzerinden bir su kemeri (aquaduct) ile geçirilmektedir. Ardından da kalkerden
oluşan bir araziden geçirilen kanal, ortalama 3.5-4 metre genişliğinde ve 1.5-2
metre derinliğindedir. Kanalın büyük bir bölümü, kalker ana kayanın içinden
geçmektedir. Böylece bölgede meydana gelen depremlerden korunmuş ve 2800 yıl
ayakta kalmayı başarmıştır. Osmanlılar döneminde kanal üzerinde kurulan 40 su
değirmeni ve bugün bile elektrik üretmeye devam eden bir hidroelektrik
santralinin varlığı, kanalın boyutları hakkında fikir vermeye yeterlidir
sanırım. Kanal suyunu belirli bir seviyede akıtabilmek için, arazinin çukur ve
derin vadilerine kalkerden yüksek destek duvarları örülmüştür. Bu duvarların
üst kısımlarının yıkılmasına karşın, Gülo Boğazı ve Kadem Bastı mevkilerindeki yüksekliği 7-11 metreye
ulaşmaktadır. Bindirme tekniği ile yapılan duvarlardaki eğim oranı 4-9 metre
arasında değişmektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Kadem Bastı bölgesinde
yapılan yapay teraslardaki meyve bahçeleri ve üzüm bağları, burayı adeta bir
cennete benzetmiştir. Bu gün bile Van Bölgesi’nin en güzel mesire yerini ve
dinlenme tesislerini Kadem Bastı bölgesi oluşturmaktadır. Bu bölgede yeralan
destek duvarları üzerinde bulunan çivi yazıtta şu satırlar okunmaktadır:
“Bu bağ Menua’nın eşi Tariria’nındır. Adı Tariria bağıdır.”
Ayrıca Menua
Kanalı’nın bir başka özelliği, destek duvarlarına ve kanalın yakın yerlerine
toplam 15 adet çivi yazılı inşa yazıtının konmuş olmasıdır. Şimdiye kadar
hiçbir Urartu yapısında bu kadar çok inşa yazıtına rastlanılmamıştır. Konulan
bu yazıtlar, kanalı neredeyse bir ‘Yazıt Anıtı’na çevirmiştir. Bu yazıtların
bir kısmı kısa, diğer bir kısmı ise uzundur. Tahrip edilip yok olamaması için
yazıtlar, aynı içerikte yazılmıştır. Kısa olan yazıtlarda şu cümleler
okunmaktadır:
“Tanrı Haldi’nin kudreti sayesind, İşpuini oğlu Menua bu
kanalı açtı. Adı Menua Kanalı’dır.”
Yine aynı
içeriğe sahip dört adet uzun yazıtta ise şu cümleler vardır:
“İşpuini oğlu Menua, Tanrı Haldi’nin gücü sayesinde bu
kanalı açtı. Adı Menua Kanalı’dır. Tanrı Haldi’nin büyüklüğü sayesinde, Menua,
güçlü kral, büyük kral, Bianili Ülkelerinin kralı, Tuşpa kentinin efendisidir.
Menua der ki:
‘Kim bu yazıyı silerse, kim onu tahrip ederse, kim bunu
görürse, “bu kanalı ben açtım” derse o, Tanrı Haldi, Tanrı Teişeb, Tanrı Şivini
ve bütün tanrılar tarafımdan mahvedilsin; güneş ışığından yoksun edilsin:’”
RUSA BARAJI:
Bölgede
sözetmeden geçemeyeceğimiz önemli su yapılarından biri de, Urartu Kralı II.
Rusa (M.Ö. 685-645) tarafından yapılmış olan Rusa Barajı’dır. Baraj, Van Ovası’nı yarım ay şeklinde çevreleyen Erek Dağı’nın üzerindedir. Barajın kim ve hangi amaçla
yaptırıldığını anlatan çivi yazılı stel, 100 yıl kadar önce Berlin’deki
Pergamon Müzesi’ne kaçırılmıştır. Halk tarafından Keşişgöl Barajı olarak da adlandırılan barajdan batı yönünde
akıtılan sular, Van Ovası’nın sulanamayan kuzeybatı ve güneydoğu kesimlerindeki
tarım alanlarını sulamaktadır.
Deniz
seviyesinden 2544 m. yüksekliğindeki Rusa Barajı, 7 km2’lik bir alana
yayılmaktadır. Barajda biriken sular 40 milyon m3’ten fazladır. Rusa Barajı’
yla birlikte birbirleriyle bağlantılı dört adet baraj ve gölet, geçirmiş olduğu
küçük onarımlarla yaklaşık 2700 yıldan beri çalışmaktadır. Çok gelişmiş bir
mühendislik ürünü olan Rusa Barajı’nın iki ayrı duvarı bulunmaktadır. Bu
duvarlardan biri barajın batı ucunda, diğeri ise kuzeybatı ucundadır. Çok dar
ve kayalık bir vadiye yapılmış olan batı duvarı da, 7 metre genişliğinde
birbiri ardına sıralanmış iki ayrı duvardan oluşmuştur. Bu iki duvarın arası,
13.40 metre genişliğinde dolgu malzemesi ile doldurulmuştur. Böylece toplam
olarak 27.40 metre genişliğinde ve 62 metre uzunluğunda bir duvar ortaya
çıkmıştır. Dışyüzleri kabaca düzeltilmiş ve oldukça iri kalker taşlardan
yapılmış bu anıtsal duvarın şu anki yüksekliği de 4.5-5 metre arasında
değişmektedir. Ne yazık ki bu duvarın, suların toplandığı tarafa bakan ön
kısmı, 1880’li yıllarda Osmanlı Hükümeti tarafından, Van Ovası’nın kuzeydoğu
bölümüne daha çok su göndermek amacıyla, toprak yığdırmak suretiyle
köreltilmiştir. Duvarın doğu uç kısmına
yakın bir yerde bulunan savak kısmı ise, özgün biçimi bozulmadan günümüze
kadar gelmiştir. 70x1.10 metre büyüklüğündeki savak, bugüne kadar bilinen
Urartu baraj savaklarının en büyüğüdür. Savaktan batı yönüne doğru akıtılan
sular, dar ve kayalık bir vadiden hızla akarak, önce Doni Göleti’nde dinlendiriliyordu. Dar bir vadi içinde yeralan Doni Göleti’nin
duvarının büyük bir bölümü, Osmanlılar zamanında yeniden yapılmıştır. Toplam 69
metre uzunluğunda ve 2.5-3 metre genişliğinde olan duvarın yüksekliği, 4-7
metre arasında değişiyordu. Bu göletten yine batı yönüne akıtılan sular, Menua
Kanalı’nın sulayamadığı Van Ovası’nın güneydoğu kesimindeki tarım alanlarının
gereksinimini karşılıyordu.
Batı
yönündeki yolculuğuna devam eden sular, ikinci Urartu Başkenti Rusahinili’nin (Toprakkale) kuzeydoğu eteğinde bulunan Sıhke (Bostaniçi) Göleti’nde
biriktiriliyordu. Rusa Barajı’nın yeraldığı 2544 metre kotundan, !750 metre
kotundaki Van Ovası’na doğru %4 gibi bir eğimle oldukça hızlı bir şekilde akan
baraj suyuna, depo edilip daha düzenli bir akış hızı kazandırılması ve Sıhke Göleti’nin toprakla dolmasını önlemek
için, bu göletin 6-6.5 km. kadar doğusunda Köşebaşı Barajı yapılmıştır. Rusa Barajı’ndan Köşebaşı Barajı’na kadar suyun aktığı
uzaklık 14-15 kilometre kadardır. Köşebaşı Barajı’nın dar bir vadi içinde
yeralan duvarları, yukarıda da bahsettiğimiz gibi çok hızlı bir şekilde akan baraj suyu tarafından temellerine
varıncaya kadar tahrip edilmiştir. Bu denli aşırı ölçüde tahrip olmasının en
önemli nedeni, 1892 yılında, Rusa Barajı’nın kuzeybatı duvarının
parçalanmasıyla oluşan sel felaketidir.
Baraj duvarı, tıpkı Rusa Barajı’nın batı duvarı gibi, arka arkaya inşa
edilmiş iki ayrı duvardan oluşmaktadır. Temelleri ana kayanın üzerine yapılan
bu duvar, 15 metre genişliğinde ve 3.5 metre yüksekliğindedir. İkinci duvar
ise, 11.5 metre genişliğinde olup iki duvar arasındaki dolgu tabakasının
genişliği, 5 metredir. Böylece 31.5 metre duvar genişliği ile, şu anda Doğu
Anadolu Bölgesi’ndeki baraj duvarlarının en genişidir.
Urartu Krallığı’nın ikinci başkenti olan Rusahinili (Toprakkale) şehrinin kuzeydoğu eteğinde bulunan Sıhke Göleti, Rusa Barajı’ndan gelen ve Köşebaşı Barajı’nda dinlendirilen suların en son biriktirme alanını oluşturmaktadır. Rusa Barajı’ndan Sıhke Göleti’ne kadar olan uzaklık ise, 21 km. kadardır. Oldukça geniş bir alana yayılan göletin güney kesimine yapılan duvar kabaca yarımay biçimindedir. Osmanlılar döneminde büyük bir onarım geçiren duvarın uzunluğu 342 metre, genişliği ise 6 ila 17 metre arasında değişmektedir. 35 yıl önce Van D.S.İ. Bölge Müdürlüğü tarafından eski duvarın 300 metre güneyine yeni bir duvar yapılarak, göl alanı büyütülmüştür. Bu nedenle eski duvar, göl alanının ortasında ve sular altında kalmıştır. Göletten batı yönüne akıtılan ve Urartular döneminde Alaini, günümüzde ise Akköprü Deresi olarak adlandırılan kanal sayesinde, Urartular döneminde olduğu gibi günümüzde de Van Ovası’nın sulanamayan kuzeydoğu bölümüne su götürülmektedir.