Van Gölü ve çevresindeki dağlık bölge, M.Ö. XIII. yüzyıla ait Asur belgelerinde 'Nairi Ülkesi'1 olarak anılır. Bu bölgede Urartu ismine, Asur kralı I. Salmanasar'a (M.Ö. 1271-1242)2 ait çivi yazılı belgelerde rastlamaktayız. I. Salmanasar bu ülkeden Uruatri(u) olarak söz etmektedir. “...Rahipliğimin başlangıcında Uruatri Ülkesi başkaldırdı, benden yabancılaştı, düşmanlığını arttırdı. Ordularımı harekete geçirdim, korunaklı dağ kaleleri üzerinden yürüdüm, sekiz ülkeyi ordularıyla birlikte ele geçirdim, onların 51 kentini zaptettim, yakıp yıktım, tüm Uruatri Ülkesi’ni üç gün(?) içinde dize getirdim.” Uru sözcüğü Asur dilinde, 'Ülke,-ülkesi' anlamına gelmektedir. Bazı bilim adamları, Uruatri'nin 'Dağlık Ülke' anlamına geldiğini söyleseler de, bu konuda Bilge Umar'ın düşüncesi daha akla yakındır. Umar'a göre, Asurluların 'Atri' biçiminde yazdığı sözcük, o dönemdeki en yaygın Anadolu dili olan 'Luvi Dili'ndeki Adra/Atra (Erkek, Koca; özellikle Ana Tanrıça'nın kocası olan tanrı) adını akla getirmektedir. Dolayısıyla, Uru-Atri (ya da Uru-Adri) adının öz biçimi Uru-Adra, yani 'Adra (diğer adları: Teşup, Tarkhun, Sanda) Ülkesi' olabilir.
Yine Asur belgelerinden3
öğrendiğimize göre, aşiretler etrafında toplanmış ve merkezi bir yönetimden
yoksun olan Hurri kökenli bu insanlar, 8 beylikte (bölge) bir araya
gelmişlerdi. Ülke kapsamında ise en az 51 kent bulunuyordu. Bu beylikler, her
biri kendi başkentinin adıyla anılan, Himme, Uadkun,
Bargun (ya da Makşun), Salua,
Halila, Niliphari ve Zingun'dur.
Daha sonraki Asur kayıtlarında sayıları 60'a kadar çıkan krallar ise gerçekte
küçük birer aşiret reisinden başka bir şey değillerdi. Yine de I.
Salmanasar’ın ülkesinin kuzeyinde, oldukça iyi tahkim edilmiş bir düşmanla
karşı karşıya olduğunu anlıyoruz. I. Salmanasar’ın yukarıdaki cümlelerinden,
Asurluların Urartularla daha o dönemlerde belli bir ilişki içinde olduğunu
ve Urartulara egemenliklerini tam olarak kabul ettiremediklerini çıkarabiliyoruz.
Ayrıca ülkenin stratejik önem taşıyan noktalarının “korunaklı
dağ kaleleriyle” güçlendirilmiş
olması, Urartuların, Asur yazılı belgelerine girdiği XIII. yüzyıldan çok
daha öncesine dayandığını göstermektedir.
Zira böylesine sert iklim koşullarına ve coğrafi açıdan bu kadar engebeli
bir araziye sahip bir bölgede, bu kaleleri kısa bir süre içerisinde inşa
etmek mümkün değildir. Büyük bir ihtimalle Urartuların Van Gölü çevresinde
örgütlenmeleri M.Ö. XIV ve XV. yüzyıllara kadar gitmektedir. Urartular ve
onlar gibi Hurri kökenli halkların Asur kaynaklarına XIII. yüzyıldan daha
önce neden girmedikleri sorusunun cevabı ise basittir. Böylesine dağlık ve engebeli arazinin ulaşımı ve kontrolü hiç de kolay değildir.
Ayrıca o dönemde Asurluları tehdit eden pek çok iç ve dış etken de bunu
engellemiş olabilir.
I. Salmanasar’ın oğlu I.
Tukulti Ninurta (M.Ö. 1236-1199)’ya ait yazılı tabletlerde de
Van Gölü çevresinden yine ‘Nairi
Ülkesi’ olarak söz edildiğini görüyoruz. Asur’daki bir tapınakta
yeralan bir yazıtta şu satırlar okun-maktadır: “...Aşılması zor
dağ yollarından yürüdüm, Nairi Ülkesi’nin 43 kralıyla savaştım, onları
yenilgiye uğrattım ve bu onların sonu oldu, kanları dağ doruklarından akan
seller gibiydi. Ülkenin tümünü egemenliğimin altına aldım ve onları
haraca bağladım.”
Kendilerine 'Bianili' diyen Urartular, 'Uruatri' ve 'Nairi' adıyla iki konfederasyon oluşturmuşlardı. Fakat bu federasyonların Doğu Anadolu'daki coğrafi ve iklim koşullarının sertliği nedeniyle birbirleriyle olan bağları çok gevşekti. Yarı göçebe ve aşiret düzeninde yaşayan bu halklar henüz kentleşme sürecine girmemişlerdi. Bu nedenle onlarla ilgili bilgi kaynaklarımız, Asur belgeleri dışında, Van Gölü'nün doğu ve kuzeyinde yeralan mezarlıklardır. Karagündüz ve Ernis'deki (Ünseli) bu mezarlıklarda aşiret fertleri oda mezarlara gömülüyorlardı. Ölülerin yanlarına armağanlar bırakılırdı. İşte gerek bu mezarlar, gerekse mezarlara armağan bırakma geleneği, Urartu uygarlığının bu aşiretlerle olan ilişkisini ortaya koymuştur.
XIII. yüzyılın ortalarından itibaren bölgede, bir yandan Hitit İmparatorluğu'nun öte yandan da Asur Krallığı'nın baskıları hissedilmeye başladı. Bu baskılar, giderek aşiretler arası ilişkilerin sıklaşmasına neden oldu. Ortak düşmana karşı birlikte karşı koyma düşüncesi daha çok benimsenmeye başladı. Sonuçta bu konfederasyonlar, toprakları sık sık Asur akınlarına uğramaya başlayınca, güç birliği yapmaya karar verdiler. Urartu topraklarının, günümüzdeki Muş ili ve çevresini kapsadığı sanılan 'Nairi Ülkesi' bölümünde Asur Kralı I. Tukulti-Apil-Eşarra (Kitab-ı Mukaddes'te geçen adıyla I. Tiglat Pileser)'ya karşı 23 yerel bey, birleşik bir ordu çıkardılar. I. Tukulti-Apil-Eşarra bu orduyu M.Ö. 1112'de, Muş'un Bulanık ilçesi yakınlarındaki Yoncalı mevkiinde bozguna uğratmış ve bu zaferini Asur'daki Anu-Adad Tapınağı'nda yeralan Prizm Yazıtı'nda şöyle anlatmıştır:
"...
Geçilmesi zor yollardan güçlükle geçtim, 16 büyük dağı arabalarımla aşarak,
ardındaki güçlüklerle dolu o güzel ülkeye ilerledim. Yolumu, ormanlarla
kaplı dağları tunç baltalarla aşarak buldum. Kuvvetli köprüler kurdum ve
ordumu Fırat'ın öbür yakasına geçirdim. Nairi ülkesinin 23 kralıyla savaştım,
korkunç silahlarımın tüm şiddetiyle onlara saldırdım, Tanrı Adad'ın
yardımıyla onların kalabalık ordularını darmadağın ettim, düşman savaşçılarının
ölü vücutlarını dağların tepelerine ve kentlerin çevresine savurdum,
silahlarla donatılmış 120 savaş arabasını ele geçirdim, Nairi ülkesinin
60 kralı onlara yardıma geldiler, onları mızrağımın ucunda Yukarı
Deniz'in kıyılarına kadar kovaladım. Nairi
Ülkesi’nin büyük kentlerini ele geçirdim. Sahip olduğu herşeye el
koydum...Atlar,katırlar, sığırlar, otlaklarında otlayan bütün sürülerini
ki bunlar sayılamayacak kadar çoktu, bunları ülkeme taşıdım..."
Bu zafer, Van Gölü bölgesinde sürekli bir Asur egemenliği sağlayamadı. Daha sonraları, M.Ö. 1074-1057 yılları arasında hüküm sürmüş Asur Kralı Asur-bel-kala, saltanatının ilk yıllarında Uruatri Ülkesi’ne saldırdığını ve bu ülkede 32 kenti ele geçirdiğini anlatır. II. Adad-Nirari’nin (M.Ö. 911-891) ise kuzeye yaptığı seferlerde Lulume, Kirhi ve Zamua ülkelerini ele geçirdiğini ve Kumane, Mehri ve Uratri ülkelerini zaptettiğini yine Asur yazılı kaynaklarından öğrenmekteyiz. Uruatri adının Yakındoğu tarih sahnesinde görüldüğü M.Ö. 1271 yılından M.Ö. 850 yılına kadarki yaklaşık 400 yıllık dönem, Urartu Krallığının kuruluş yılları olarak bilinir. Böylece beylikler dönemi M.Ö. IX. yüzyılda sona ermiş, ancak merkezi otoriteye dayalı bir devletin görülmesi Kral Menua zamanında (M.Ö. 810-786) mümkün olabilmiştir.
Asur kaynaklarından elde ettiğimiz bilgilere göre, bu beylikleri ilk kez bir krallık adı altında birleştiren, başkent Arzaşkun'da oturan Aramu (M.Ö. 850-840)'dur. Arzaşkun'un günümüz Türkiye'sindeki yeri konusu tartışmaya açıktır. Seton Lloyd'a göre bu bölge, kesin olmamakla birlikte, Van Gölü'nün kuzeyinde, Malazgirt (Manazgirt) yakınındadır. Ancak 'Arzaşkun' kelimesinin 'Erzurum' ile benzerliği ilginçtir. Asur Kralı III. Salmanasar’ın çeşitli ülkelere düzenlediği askeri seferlerin resmedildiği Balavat (İmgur-Enlil) kapısı üzerinde, ateşe verilen Sugunia ve ‘Kral Kenti’ olarak tanımlanan Arzaşkun kentleri de yeralmaktadır. Urartu Krallığının bilinen ilk kralı Aramu (Arame) hakkında da, elimizde fazla bilgi bulunmamaktadır.
Aramu'dan sonra başka bir sülaleden I. Sarduri (M.Ö. 840-830), tahta çıkmıştır. Bu kralın adına ilk kez, III. Salmanasar’ın ‘27. Yıl Kayıtları’nda (M.Ö. 832) “Uruatriu’lu Seduri” olarak rastlıyoruz. I. Sarduri'nin hüküm-darlık dönemi ise, Asur saldırılarını göğüslemek ve kuruluş aşamasındaki sorunları çözmeye çabalamakla geçmiştir. Başkent yaptığı, Asurluların Turuşpa dediği, Tuşpa (Van) Kalesi'ndeki Sardur (Madırburç) burcuna şunları yazdırdığını görüyoruz:
"Büyük kral Lutipri'nin oğlu, kudretli kral, yeryüzünün kralı, Nairi Ülkesi'nin kralı, eşi olmayan kral, savaştan korkmayan dehşet verici çoban, kendine boyun eğmeyenleri mahveden Kral Sarduri'nin yazıtı; (Ben) Lutipri'nin oğlu, krallar kralı, bütün krallardan vergi kabul eden Sarduri'yim..."
Urartu'nun I. Sarduri zamanında yazılmış en eski yazıtları Asurca'dır. Daha sonra tahta çıkan krallar, çivi yazısını kendi dillerine uyarlamışlardır. Nitekim bunu kalenin kurulduğu kayanının yüzüne kazınmış bir çok uzun yazıtta görüyoruz. Yukarıdaki yazıtta Kral Aramu'dan söz edilmemesi, az önce sözünü ettiğimiz gibi, iki hükümdar arasında bir hanedan değişikliği olduğunu düşündürmektedir. Sarduri'nin çağdaşı olan Asur Kralı III. Salmanasar (M.Ö. 859-824)4, kendini 'yeryüzünün kralı' olarak ilan eden Sarduri'yi rakip olarak görmüş sürekli akınlarla Urartu ülkesine büyük kayıplar verdirmiştir. Ancak I. Sarduri, krallığının sonuna doğru, Asur'daki siyasi sorunlardan yararlanarak ülkesinin sınırlarını genişletmiş ve Urartu'nun yayılması da böyle başlamıştır. Birbirinden uzak illerdeki iki dilli sınır taşlarından anlaşılacağı üzere, İşpuini kral olduğunda babasından ona görkemli sayılabilecek bir devlet kalmıştır.
I. Sarduri'den sonra yerine oğlu İşpuini geçti. Onun dönemine de (M.Ö. 830-810), Asurlularda süren duraklama nedeniyle genellikle barış hakim olmuştur. Kral İşpuini’ye ait en önemli kitabelerden biri, Musasir kentinin (Ardini) Urartu egemenliğine geçişini belgeleyen ‘Kelişin (Kel-i Şin) Yazıtı’dır. Bu çift dilli (Asurca-Urartuca) yazıtlardan öğrendiğimize göre İşpuini, Yakındoğu’nun o zamanki en önemli kutsal kentlerinden biri olan Musasir’i hiç kan dökmeden ele geçirmiştir. Kralın kente gelişi görkemli bir merasim ile kutlanmış ve bu olayın anısına binlerce baş hayvan kurban edilmiştir. Fakat Urartu Krallığı'nın gerçekten güçlü bir devlet olarak görüldüğü dönem, İşpuini'nin oğlu Menua (M.Ö. 810-786) dönemidir. İşpuini’nin önemli bir özelliği krallığını uzun yıllar oğlu Menua ile paylaşmasıdır. Hatta bu ortaklığa kısa bir süre, torun İnuşpua da katılmıştır. Menua’nın, babası İşpuini’den edindiği siyasal ve askeri tecrübe, O’nun en büyük Urartu krallarından biri olmasında yeterli oldu. İşpuini zamanında gelişme ve genişleme olanağı bulan Urartu Krallığı, Menua döneminde merkezi otoriteye dayalı bir sistemle yönetilmeye başlandı. Askeri başarılarının yanısıra, ülkenin bayındır hale gelmesinde gösterdiği çabalardan Urartu yazıtlarında büyük bir övgüyle sözedilir. Menua döneminin kayalara ve yapılara kazınmış yazıtları öylesine çok ve geniş alanlara dağılmıştır ki, Urartu Krallığı’nın onun zamanında ne kadar genişlediği, az bir yanılma payıyla hesaplanabilir. Batıda, Yukarı Fırat ve onun kuzey kolu Karasu doğal sınırı oluşturmaktadır. Geç Hitit devletlerinden Malatya (Urartu kaynaklarına göre Meliteia), Orta Anadolu'ya giden stratejik anayol üzerinde bulunmasının sağladığı önemden dolayı, Urartu sınırlarının batıda daha ileriye gitmesini engellemiştir. Menua hükümranlığının sonlarına doğru, Kuzey Suriye'ye güneybatı yönünde yaptığı keşif gezilerinde, Malatya'ya uğramamış, yakınından geçmiştir. Zira 'ODTÜ Aşağı Fırat Projesi'ne ait kazılarda, Malatya'nın hemen doğusunda yeralan Karakaya baraj gölü alanında, Köşkerbaba Değirmentepe'de Urartu buluntularına rastlanmaması bu görüşü doğrulamaktadır. Fakat bununla birlikte, yine Karakaya Barajı’nın suları altında kalan ‘İzole Yazıtı’nda bir Urartu kralı’nın (II. Sarduri), ilk kez Fırat Nehri’ni geçtiği yazmaktadır. Acaba bu sırada Malatya da Urartu egemenliği altına girmiş midir? Ne yazık ki bu konuda bilim adamlarımız arasında bir görüş birliği bulunmamaktadır. Kuzeyde ise Urartu toprakları , Erzincan ve Erzurum yaylalarına kadar uzanmaktaydı. Bu noktadan daha yukarda, topraklarına 'Geçit Ülkesi' adı verilen 'Diauehi' (Diaohi) halkı yaşamakta, Karadeniz'e giden yolları elinde tutmaktaydı. Menua'nın daha sonra kuzeydoğuya Aras Nehri'nin ötesine Sevan Gölü'ne kadar uzandığı sanılmaktadır. Daha sonraları, bugünkü Ermenistan sınırları içinde yeralan 'Teişebania' (Teyşepaini ya da Karmir Blur=Kızıltepe)'da yaptırılmış olan büyük bir kalede ele geçen buluntular üzerinde 'Menua' adının yazılmış olması bu işi başardığını göstermektedir. Menua güneyde, Urmiye Gölü'ndeki eski sınırını korumuş, hatta gölün güneyinde bulunan 'Manna Toprakları'na kadar genişletmiştir.
Bugün, Urartu topraklarını oluşturan bölgede, belirgin bir biçimde kaleli ve surlu kent kalıntılarına rastlamaktayız. Urartular ele geçirdikleri ülkelerde, askeri ve ekonomik amaçlı pek çok kent kurmuştur. Menua da, ülkenin merkezinde Kevenli, Yukarı Anzaf, Körzüt ve Aludri'yi (Patnos), batıda Şebeteria (Palu), doğuda Urmiye Gölü'nün güneyinde, inşasına babasıyla ortaklaşa giriştikleri Kalatgah ve Meşta ile kuzeyde, Iğdır Ova'sı içinde, kendi adını verdiği Menuahinili'yi (Karakoyunlu) kurmuştur. Bu kentlerin ve yapıların büyük bir bölümü, Urartu tarihinin yukarıda anlattığımız birinci bölümünde inşa edilmiştir. Daha sonraları ülke ekonomisinin birincil kaynağı olacak olan ilk büyük sulama projelerinin önemli bir kısmı da Menua dönemine aittir. Bu kanalların en çarpıcı örneği, 'Şamiram Su' adı verilen Hoşap Irmağı'ndan 50 km. ötedeki Van şehrine temiz su getiren kanaldır. Bir efsaneye göre bu kanal, Babil kraliçesi ünlü Şamuramat tarafından, Menua ile aşklarını ölümsüzleştirmek için yaptırılmıştır.
Urartuların tarih sahnesinde en güçlü oldukları dönem, Kral I. Argişti ve oğlu II. Sarduri zamanıdır. Bu dönemde ülkenin sınırları, Doğu Akdeniz limanlarına giden yolları kontrol edebilecek derecede genişlemiş, doğal sınırlarının neredeyse sonuna ulaşmıştır. Menua'nın oğlu I. Argişti hakkında, diktirmiş olduğu uzun yazıttan (Horhor Yazıtları) çok şey öğreniyoruz. Yazıt, Van'daki mezarının üzerinde, bir kayaya kazılmıştır. Kayaya tırmanmak hayli güç olduğu için de iyi korunduğunu görüyoruz. I. Argişti'nin yaptığı başlıca işlerden biri, kuzeydoğuda Aras Nehri ile Sevan Gölü arasındaki toprakların genişletilmesi ve burada sıkı bir birlik kurulmasıdır. Bu seferlerden elde edilen vergiler, Urartuların neden kuzey ülkelerini fethe gittiğini açıklamaktadır. Sadece Diaohi kralının Urart kralına her yıl vereceği vergi dışında “41 mina (20 kilo) saf altın, 37 mina saf gümüş, 10.000 külçe bakır, 1000 binek atı, 300 büyük boynuzlu sığır, 10.000 koyun” vermek durumunda kaldığını I. Argişti’ye ait bu yazıttan öğreniyoruz. Bu bölgeye yapılan seferlerin ganimet listesinde yalnızca hayvanlar ve kıymetli madenler bulunmamaktaydı. Ayrıca çok sayıda insanın esir alınarak, nüfusa katkı amacıyla, Urartuların başlıca yerleşim merkezlerine götürüldüğü bilinmektedir. Bu seferlerin sadece birinden “19.255 erkek çocuk, 10.140 savaşçı ve 23.280 kadın olmak üzere toplam 52.675 kişi” toplu nüfus aktarımıyla Van ve civarına yerleştirilmiştir. Elde edilen bu insan gücü, gelişmekte olan Urartu Krallığının imar faaliyetlerinde ve ordusunun güçlendirilmesinde kullanılmaktaydı. I. Argişti ayrıca, bugünkü Erivan'ın eteklerinde kalan Erebuni (Arın-Berd)'yi ve kendi adını verdiği Argiştihinili (Armavir Blur)'yi kurdu. Erebuni şehrini bölgesel başkent ilan ederek bu topraklara, 6.600'ünü Kuzey Suriye'den getirdiği savaş tutsaklarını yerleştirdi. Şehirde yapılan kazılar ince bir mimariyi ve önemli miktarda hazineyi ortaya çıkarmıştır. Argişti'nin Suriye'de yaptığı fetihler ise ticaret yollarını kapatmış, Asur ile Orta Anadolu arasındaki iletişim hattını da kesmişti. Bu durumun uzun süre böyle kalması düşünülemezdi. Argişti mutlaka cezalandırılmalıydı. Bu ceza da oğlu II. Sarduri'ye kısmet oldu.
Hükümranlığına iyi bir başlangıç yapan II. Sarduri, daha sonra peşpeşe gelen Asur akın ve saldırılarıyla yara aldı. Bu akınlarda yaşananları Asur belgelerinden çıkarabiliyoruz. Saltanatının ilk yıllarında Sarduri, Arpad, Melid, Gurgum ve Kummuh gibi Geç Hitit devletleriyle bir koalisyon kurup Asur egemenliğine karşı harekete geçti. Bu birlik, Asur Kralı III. Adadnirari'nin oğlu, güçsüz kral V. Asurnirari (M.Ö. 754-745)'yi büyük bir bozguna uğrattı. Ama intikam gecikmedi. Urartular ve Asurlular arasındaki kaçınılmaz çarpışma, III. Tiglat Pileser'in Asur tahtına çıkmasından iki yıl sonra, M.Ö. 743'te gerçekleşti. Savaşın amacı, elbette Kuzey Suriye ticaret yolunu Urartu denetiminden kurtarmaktı. Savaş, Halep'in kuzeyinde, Adıyaman-Gölbaşı yöresinde gerçekleşti. II. Sarduri, yine bu Geç Hitit devletlerinden destek aldıysa da, bu kez ağır bir yenilgiye uğradı ve Fırat'ı geçip daha doğuya doğru kaçtı. Asurlular o an için sadece Urartu ordugahındaki büyük yağmayla yetindiler. Ama 8 yıl sonra Urartu topraklarına karşı büyük bir saldırı başlatıldı. Bu savaşta II. Sarduri ve saray halkını tümüyle yok olmaktan, Tuşpa Kalesi'nin aşılmaz duvarları kurtarmıştır. Güçlü sur duvarları nedeniyle kenti alamayan Asur kralının, şehrin önünde ele geçirdiği esirleri kılıçtan geçirip kelleleriyle bir anıt yaptırdıktan sonra ülkesine döndüğü söylenir. Asurlular karşısında alınan bu yenilgilire rağmen Urartu, en geniş topraklarına II. Sarduri’nin saltanatı döneminde erişmiştir. Ülke, batıda Fırat Nehri’ne ulaşmanın yanında, güneyde Halep, doğuda Tebriz ve Kuzeyde Karadeniz dağlarının güneyindeki topraklara kadar uzanmaktaydı. II. Sarduri'nin hükümranlığının geri kalan kısmı ile ilgili bilgilerimiz ise azdır.
II. Sarduri'den sonra yerine oğlu I. Rusa geçti (M.Ö. 735-714). Rusa dönemine ait yazıtlar sınırlıdır. I. Rusa’ya ait üç önemli yazıttan ikisi Gökçe Göl (Sevan Gölü) civarında, diğeri ise Kuzeybatı İran’daki Uşnuye Ovası’nda bulunmuştur. Bu dönemin en öneli olayları kuzeyden Urartu topraklarına giren ‘Atlı Kavimler’ yani İskitler ve Kimmerlerdir. Fakat esas tehlike herzaman olduğu gibi güneyden gelen Asur’du. I. Rusa, birliği yeniden sağladıktan sonra Asurlularla savaşmak üzere hazırlıklara başladı. Ne var ki, Asur egemenliğini tanıyan Geç Hitit devletleri Rusa'yı yalnız bıraktılar. Bunun üzerine ordusuyla güneydoğu sınırındaki Manna Krallığı'nın üzerine yürüdü. Fakat bu kez de ülkesi kuzeyden Kimmerlerin saldırısına uğradı. Rusa derhal başkenti Tuşpa'ya döndü. Bir kısım birliklerini şehirde bıraktıktan sonra Kimmerlerle uğraşmak üzere kuzey sınırına doğru yola çıktı. I. Rusa bu işlerle uğraşırken, başkenti savunmak üzere bıraktığı birliklerin ayaklandığı haberi geldi. Zaten Kimmerlere karşı bozguna uğramıştı. Ayaklanma ise, yenilginin üzerine işin tuzu- biberi olmuştu.
Urartu Ülkesi'nde yaşanan bu olayların, Asur kralı II. Sargon'un kulağına gitmesi fazla zaman almamıştır. Zira Sargon'un Urartu Ülkesi'nde çok iyi çalışan casusları vardı. Tanrı Aşur'a yazılmış, kral katibinin imzasını taşıyan ve günümüzde Fransa'da Louvre Müzesi'nde korunmakta olan çok büyük bir tabletten Sargon'un casusları hakkında ayrıntılı bilgiler ediniyoruz. Ninova ve Nemrut krallık arşivlerinden elimize geçenler arasında, sadece casusların gönderdiği raporlarının aslı değil, Sargon'un oğlu Sanherib (Sennaşerib)'in eline gelen bu raporlardan çıkardığı özet bilgiler de bulunmaktadır. Urartular üzerine düzenleyeceği büyük sefer öncesinde bu bilgiler, II. Sargon'un daha ihtiyatlı ve bilinçli hareket etmesini sağlamış olmalıdır.
Yukarıda sözünü ettiğimiz Louvre Müzesi'ndeki tablette, Asur ordusunun yürüyüşü ile ilgili oldukça ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Ordunun geçtiği dağlık Anadolu topraklarından, tehlikelerle dolu doğasından sıkça söz edildiğini görüyoruz. II. Sargon'un bu ünlü 'Sekizinci Seferi', yaptığı seferler içerisinde en büyüğü değilse de, en azından Asurluların çıktığı en görkemli askeri fetihlerden birisi olmalı. Sargon'u sinirlendiren bir başka olay da, yıllardır kuzeydoğu sınırlarında savaş halinde olduğu Medlerin, giderek artan güçleriyle Urartuların yanında yeralmasıdır. Belki de bu nedenle Sargon, seferin başlangıcında ordusunu, doğu yönünde ilerletip, Urmiye Gölü'nün güneyindeki Manna topraklarına soktu. Tabletlerde yazıldığına göre bu yürüyüşte, "güneş ışınlarının girmediği derin vadilerden geçildi, yük katarındaki develere ve eşeklere, dağ keçileri gibi nehirler atlatıldı". Sargon Uauş Dağı'na (gölün doğu yakasındaki Sahend Dağı olduğu sanılmaktadır) ulaştıktan sonra ilk büyük çarpışma meydana geldi. Dağlık arazide ustaca taktikler uygulayarak askeri becerisini gösteren II. Sargon, Med-Urartu birleşik gücünü ağır bir bozguna uğrattı.
Daha sonra Sargon batıya doğru yönelerek Urartu'nun anayurduna girdi. Tuşpa duvarlarının ününü ve geçilmezliğini dedesi III. Tiglat Pileser'den çok dinlediği için, bu kaleden uzak durarak Van Gölü'nün doğu ve kuzeybatı kıyılarını hızla dolandı. Önüne çıkan canlı-cansız herşeyi kesip biçerek yaktı, yıktı, cezalandırdı:
"Aidai5 topraklarına sokuldum. Güçlü kentlerinden otuzu koca dağların eteğinde, korkunç denizin kıyıları boyunca, hepsi de sınır taşları gibi duruyordu: Argiştiuna, güçlü hisarlarıyla dimdik Kappania, Arsidu ve Mahunnia Dağlarının çevresinde yıldızlar gibi parlıyor, temel duvarları 240 dirseğe (yaklaşık 120 metre) kadar görülebiliyordu. Mallarını yanlarına alıp kentlerini terkettiler ve çil yavrusu gibi bu kalelere dağıldılar. Kentlerine çok sayıda birlik yolladım, onların malını mülkünü büyük miktarlarda getirdiler. Çevredeki 87 kentle birlikte güçlü surlarını yıktım, yerle bir ettim."
Tablette, daha sonra tahıl ambarlarının, şarap mahzenlerinin, daha da kötüsü tarlalar, asma bahçeleri ve ormanların nasıl yağmalandığı, keyifli bir dille anlatılır. Ancak bu yağmaların en yıkıcısı Urartu'nun başlıca kutsal kenti Musasir'in ele geçirilip yağmalanmasıdır. Asurlular "Kapıların güvenlik için vurulmuş mühürleri kırılınca", olağanüstü bir zenginlik ve bollukla karşılaştılar. Louvre'daki tablette bu hazineler ayrıntılarıyla ve uzun uzun anlatılmaktaysa da kent ve bölge isimlerinde olduğu gibi, bu hazine için kullanılan Asur terimleri açıkça anlaşılamamaktadır. Yine de değerli madenlerin ve 333.500 nesnenin tanımlandığını ve listelendiğini biliyoruz.
Sargon, bu zaferinin sonunda ordusunu Zap Suyu'nun vadilerinden geçirerek Nemrut'a döndü. Araba katarlarının üzerinde şimdi silahlar değil, yüzlerce ton hazine, tahıl ve şarap vardı. Bunlardan en önemlisi, tapınaktan alınıp götürülen Tanrı Khaldi (Haldi)'nin heykeliydi. Ülkenin yerle bir olması yeterli olmuyormuş gibi bir de Musasir'den felaket haberi gelince Rusa sarayında canına kıymıştır. Bu yenilgiden sonra Urartu Krallığı’nın, ilk kurulduğu dağlık bölgeye çekildiğini görüyoruz.
Bütün bu felaketlere rağmen Urartu Krallığı’nın, öyle tek seferde yıkılmayacak ölçüde güçlü, hayat dolu ve ülkesine bağlı bir halkı vardı. Ayrıca geniş ve zor geçilen coğrafyası, düşman ulusların ordularını da hayli yıpratıyordu. Bu nedenle, I.Rusa'dan sonra tahta çıkan oğlu II. Argişti (M.Ö. 714-685) siyasi ve ekonomik bir tedavi modeli uygulayarak hastayı yeniden ayağa kaldırdı. Kentler yeniden kuruldu; sulama şebekeleri onarıldı; bağlar, bahçeler yeniden dikildi ve çok geçmeden Urartu Krallığı, Asya'nın batısında en önemli güç olarak yerini aldı.
II. Argişti'nin tüm bu işlere zaman ayırabilmesi, o sıralarda Asur Devleti'nde bir iç karmaşa yaşanmasındandır. Bununla birlikte Urartu Ülkesi, Anadolu'nun bütünü için büyük bir tehlike oluşturan bozkır kavimlerinden Kimmerlere karşı devamlı tetikteydi. M.Ö. XV. ve XIV. yüzyıllardan M.Ö. VIII. yüzyılın ilk yarısına kadar Volga Nehri'nden Karadeniz'in kuzeyine doğru uzanan bir alanda yaşayan Kimmerler, çeşitli boylardan oluşan göçebe bir haktı. M.Ö. VIII. yüzyılın ortalarında doğudan gelen İskitlerin topraklarına girmeleri üzerine yerlerinden oynayarak güneye doğru hareketlendiler. Böylece Transkafkasya üzerinden Doğu Anadolu'ya girdiler. M.Ö. VIII. yüzyılın son 10 yılında Urartu Krallığı’nın sınırlarına dayanan Kimmer göçebeleri, yeni süvari taktikleri ve çok etkili yay ve okların yardımıyla Anadolu'da 100 yıl kadar sürecek bir terör çağını başlatmışlardır.
Bu gelişmeler, Urartu'nun güneydeki yayılmacı politikasına bir son verdi. Böylece krallık kendi kabuğuna çekilmiş, ülkenin kuzeyinin güvenliğine önem vermeye başlamıştır. Kuzey sınır bölgesinde yeralan pek çok kent kalın surlarla güçlendiriliyor, yeni ve güçlü şehirler kuruluyordu. Bugünkü Erzincan şehrinin doğusunda, ovaya bakan tepenin üzerinde bulunan ve aşılmaz bir kale ile güçlendirilmiş 'Altıntepe' şehrinin II. Argişti zamanında kurulduğu sanılmaktadır. Şehirde Urartu Krallığı’nın genel valisi oturmaktaydı. Prof. Dr. Veli Sevin ve Ersin Kavaklı adlı arkeologlarımızın yaptığı kazılar, önemli bilgileri ortaya çıkarmıştır. Bu kazılarla yarı kral soyundan gelen Urartuların mezarları ilk kez gün ışığına çıkarılmıştır. Başta çeşitli silahlar, zırhlar ve at koşumları olmak üzere birçoğu tunçtan yapılmış çok çeşitli eşya bulunmuştur. Tepedeki kentin mimari düzeni de ilginçtir. Urartuların alışılagelmiş kule-tapınağı, burada sütunlu bir avlunun ortasında durmaktadır. Avlunun bir köşesine ise daha sonraları bir toplantı salonu yapılmıştır. Salonun duvarlarını, Asur süsleme sanatının etkilerini taşıyan motifler kaplamaktadır.